Anlayana Sivrisinek Saz

Anlatabilecek birşey yapamadıksa, başkalarının iyi yada kötü bir şekilde yaptıklarını anlatmak ve onların üzerine basarak yükseleceğimizi düşünmek ne kadar kolay bir kaçış yolu!!

Size sesleniyorum her gün görmekten gına geldiğim insanlar, size.. kendi yaptıklarınızı yada yapamadıklarınızı duymak istiyorum. yok bilmem kim ne yapmış, kim kime yapışmış, kim kimi kazıklamış… yeter artık..

44 yıldır aynı hikayeleri dinlemekten ben bıktım da, sizler aynı terelelliden bıkmadınız. diyeceksiniz ki sen ne yapıyorsun? sende bizlerin üzerine biniyorsun? sizler beni o kadar duyarsızlaştırdınız ki haklısınız demem gerekirken diyemiyorum.. tam tersi kendimi haksızlık yaparkende haklı görmeye başlamaya başladım.. övünün eserinizle..

Z Raporu

Sevgili Nejmettin,

Sana bugün z(zet) raporunu yazılı veriyorum. Uzun zaman geçipte karşılaştığımızda hani hep derdin ya “bir z raporu alayım” diye. bugünde içimden sana z raporu vermek geldi.

Aslında bilmediğin çok bişide yok. hatta hiç yok. artık banyom o kadar kirli değil. saçlarında ortalıkta gezmiyor. Yokluğunda evimde sigara kokmuyor. traş bıçaklarımı, sabunlarımı, hatta diş fırçamı kullananda yok. Ama yinede zaman zaman anımsıyor ve üzülerek hatırlıyorum geçmişi…

Olmam gereken zamanlarda ve yerlerde yanında olamadığım için üzgünüm. Herşeyin bir sebebi vardır elbet. Benimde var tabi.. ama ne sen sor nede ben söyleyim.

Seni soruyorlar zaman zaman eski ama eskimeyen dostlar. bir yabancı gibi bende “bilmem” diyorum. sahi nasılsın? yine cıbıldak kadınlara bakıyormusun internette? şarkılar indiriyormusun sürekli? gece yatmıyor gündüzde kalkmıyor musun?

Neco, hayatta herşeyi unutmak mümkün belkide.. ama gel gör ki kardeşliklerde, kalleşliklerde unutulmuyor. seninde bana yaptıklarını ben hiç unutmadım… unutmayacağımda… Dilerim mutlusundur ve hepde öyle olursun…

Duyuyor musun

Bir ben yalnızım bu şehirde
Caddeler tanımadığım yüzlerle dolu
Sen yoksun
Sağır gecelerin ardından
Sana sesleniyorum duyuyormusun?
Hayalindir yokluğunu dolduran
Güzel umutlarla çekiyorum zamanı
Bir otobüs iniyor
Kepez başından uçar da uçar
Tozunda Ankara’nın kokusu
Ve sanki senin gelmişliğin var
Akdeniz çalkalanıyor önümde
Kıyılardan alıyor hırsını dalgalar
Pamuk şeritler çiziyor
Karşı kumsaldan
Ve acele bir gemi uzaklaşıyor
İçimdeki limandan

Neydi Yaşam

Neydi yaşam? Bu akşam camıma vuran yağmur damlaları gibi camdan kayıp giden birşey miydi? Yoksa aynı tiyatro oyununu ara sıra degişen birileriyle değişik sahnelerde oynamak mı? Yada aynı limanlarda yolları kesişen gemiler gibi, biri gelince diğerinin gitmesi mi? Belkide yaşam, bir ev yapmaya çalışmak ve tamda “bitti” derken sona eren birşey mi?

Hayatımıza giren her insanda bu evi tamamlamaya yarayan taşlar degil mi? Bazı taşlar var ki temel taşı olur, hayatımızın evinini, onlarsız yapmak mümkün değildir. Bazıları ise duvar taşı olur. Kimileri ise yerine uymuyor diye bir kenara atılıver hemen.. Ne olur sanki biraz yontsakda yerine uydurmaya çalışsak…       Sorunda bu ya..Evlerin çoğunun yerlerine uymayan taşlarla yontulmadan oluşmuş olması ve hafif bir depremdede yerle bir olması ve enkazınında  içimize yıkılması.
Enkazı görenler “çaresiz dert yoktur” yada “zamanla geçer” der. Belkide doğru derler, derlerde bu enkazın geride bıraktığı izleri kimin nasıl sileceğini söylemezler…o yüzdendir ki… Direniyorum, yerine uymayan taşlardan oluşan evimin olmaması için direniyorum. Düşünüyorum ,üzgün olmasamda belkide uymaz diye hiç denemediğim ama şimdi yok olan taşları düşünüyorum. Zaman zaman da sorguluyorum.. yaşanmamış bir hayatı sorguluyorum..Sorgulamayacaktım belkide;yaşamış olsaydım….

Herkese Sorgulanmayacak bir yaşam dileğiyle….

Biz

Şu an çok sevdiğim CD çalıyor beraber dinleme imkanımız olsaydı da bu şarkının bana onu ne çok hatırlattığını söyleyebilseydim keşke. Onu düşünüp,düşlerken yine sıradan yaptığımız tartışma geldi aklıma.O mu haklıydı yoksa ben mi?Bildiğim tüm doğrular kumdan kaleler gibi yıkılırken hangi değerlere sahibim ben haksız yere mi suçluyorum onu ,ona iftiralar mı atıyorum yoksa? Bana iftiralar atma,art niyetli olma dedi oysa kaçıncı kez neden böyle hissediyorum peki?

Sigara boğazıma yapışıyor, hiç görmediğim,tanımadığım varlığından bile emin olmadığım bir kadının silüeti canlanıyor evinin her bir yerinde,köşesinde hayalet gibi.Haddime değil belki ama ona olan sevgim ve aşk hakklarım var benimde böyle düşünmeme neden olan..

Kimse kimsenin değil demişti ne sen benimsin nede ben senin gerçek sevgilerde insanlar birbirlerinin olamazlar mı?Oysa ben o kadar onunum ki…

Vicdan muhasebesi yapmalıyız ikimizde.Hani birini oynatınca devrilen diğer domino taşlarının sesleri vardır ya duymuyoruz henüz o sesleri ilk taşa ne o nede ben vurmadık henüz ama oynattık.Neden bu haldeyim? hayatım,hayallerim,beklentilerim,düşüncelerim,inançlarım bir birine vura vura devrilip şekil değiştiriyorlar bazan, tıpkı o domino taşları gibi.

Çok uzun süredir soruyorum kendime hayalim ne? Ben bunun cevabını çok iyi biliyorum ama o ne kadar anlayabiliyor bunu? Dümeni ne tarafa çevireceğimi biliyorum ama yalnız olmak istemiyorum o da tutmalı dümenin bir ucundan ki birlikte yol alabilelim.O da bunu istiyor mudur acaba, bundan çok emin olmak istiyorum.Yalnızlığı sevmiyorum artık ama sanki tüm levhalar, aynı yöne çeviriyorlar beni yalnızlığa, nasıl baş etmeliyim bu yalnızlıkla ürküyorum aslında tam olarak gerçekten yalnızmıyım onuda bilmiyorum.O bana sen benimlesin ,yanımdasın bekle beni rahat ol,rahat uyu her şey güzel olacak demesine rağmen neden korkuyorum,korkmamalımıyım?

Cesaretsizim galiba ben biraz,biraz da korkak,kendime güvenim tam olsada.

Sensiz olma fikri bile içimi yakıp,kavurmaya yetiyor düşüncesi bile berbat.Onsuzluk yani sensizlik,sensiz olma fikri nefesimi tutup suya daldığım an kadar bir kaç dakika en fazla sonra suyun yüzeyine mümkün olduğunca bir an önce çıkma arzusu kadar kısa sürüyor.İnsan suyun içinde ne kadar nefessiz kalabilir ki?.

Ne kendime, nede sana asla yalan söyleyemem.Artık tek bi doğru yok ,bir çok doğrular var.Hepsi insanca hepsi dürüst hepsi gerçek ve hepsi de olduğu gibi..

 

 

 

Ziya Gökalp Kızına Yazdığı Mektup

Senden ve annenden 18 ve 25 Eylül tarihli ikişer mektup aldım. Kahverengi elbisemin geldiğini yazmıştım. On iki lira da hâlâ gelmedi. Gelince yazarım. Orada çıkan bâzı havâdisler meserret, bâzıları da keder verdiğini yazıyorsun. Benim âdetim hiçbir havâdise inanmamaktır. İnsan masal dinlerken, yâhut tiyatro seyrederken işittiği, yâhut gördüğü şeylerin doğruluğuna inanır mı? Havâdislerin bunlardan ne farkı var? Şimdi yalan havâdis neşretmek, bir sanat, bir fen mahiyetini almış. Bunun birçok memurları, mütehassısları, kuvvetli teşkilatı var. Hatta bâzı memleketlerde 


bunun için bir Nezâret de icad etmişler; başına bir Nâzır dikmişlerdir. Yalan havâdis neşretmenin nâzikâne ismi propagandadır. Şimdi insan nasıl yediği yağların hâlis olduğundan emin olmazsa, gazete ve ajans havâdislerinin, yâhut âdî sokak laflarının da doğruluğundan emin olmamalıdır. Bugün bütün insanlar bu propaganda adlı ağın içindedir. Bir taraftan ilim, insanlara

hakikati öğretmeğe çalışırken, diğer taraftan da propaganda, insanları yalanlara inanmağa icbâr ediyor. Medeniyet iki yüzlü bir acûzedir. Doğruyu da o söyler, yalanı da o icadeder. Yalan söylemek, ticaret nâmına yapılırsa adı ‘reklâm’dır; siyâset nâmına yapılırsa adı ‘propaganda’dır; din nâmına yapılırsa adı ‘misyonerlik’tir. Ahlâk nâmına yapılırsa adı ‘nezâket’tir. Bence en iyisi bu sonunkisidir; çünkü en az zararı ve en çok faydası olan budur. Havâdisleri masal dinler gibi dinlemeli! En akla sığmaz masallarda bile bir hakikat rûhu olduğu gibi, en yalan bir havâdiste bile bir hakikat şemmesi sezilir. Meselâ birisinin aleyhinde bulunmakta ısrâr ediliyor. Bu, yalnız ona çok kıymet verildiğini gösterir. Ajanslar, gazeteler bir haberde çok mübelağa gösterdiler mi, mutlaka onun aksi doğrudur; çünkü fiilin tesirini azaltmak için sözün kuvvetine müracaat ediliyor. Hasılı, insanların yüzleri sinemadaki çehrelerden farksız oldu gibi, sözleri de romanlardaki sözlerden daha çok doğru değildir. Rahat yaşamak isteyen, ne yüzlere aldanır, ne de sözlere inanır. İnsan öyle bir kumaştır ki, ekseriya tersi yüzüne uymaz. Sözlerin arkasında işleri görebilmek, havâdislerden ziyâde vakıalara dikkat etmek hünerdir! Allaha ısmarladık, sevgili kızım Perşenbe, 14 Teşrinievvel 1336 (14 Ekim 1920), Polverista

Dünyaca ünlü mektup büyük şair ve yazar Ziya Gökalp’in kızına yazdığı ünlü mektuplardan biridir. Ziya Gökalp ın diğer ünlü mektupları için dğer sayfalara bakınız.

 

Düşünüyorum

 Yürüyorum bir ormanın derinliklerinde, içime sonbaharın havasını çekiyorum.. Bir zamanlar yakalamaya çalıştığım yalancı güneşler arkamda kalmış…Bu sahici sonbahar havası. Güneş de yalancı değil.

Önümde basmaya kıyamadığım bin bir renk gazeller. Sonra bir tepeye çıkıyorum. Önümde kocaman bir şehir olan Ankara. Oturuyorum yaslanarak bir ağacın altına, ruhum sessiz, dalgalar durulmuş yüreğimde…

Düşünüyorum… Hafızamdan silinmeyen savaş çığlıklarını, dile getiremediğim yaşanmamış sevdalarımı, yaşadığım ve yüreğimin yenik düşmediği hasretleri, hiç yoktan kalbe düþen hüzünlerimi.

Uzun uzun düşündükten sonra uyanıyorum uyumadığım uykumdan. Hiç bir şey için geç kalmayan insanlardan olmamın mutluluğunu yaşıyorum. Yağmurun haberini rüzgarlardan alan kuşlar uçuşunca anlıyorum ve o an aklıma neler neler geliyor bir bilsen…