Kurabiye Kokusu

Müslümanlar ne zaman “Muhammed Mustafa” adını duysa bir elini göğsüne koyarak “Sallallahu aleyhi ve Sellem” derlerdi. Adam da ne zaman kurabiye lafını duysa “çok şükür Yarab” derdi. Kurabiyenin ayrı bir yeri vardı onun yaşamında. sevdiği koku  kurabiye kokusuydu. Başarılarının çoğunda kurabiyenin etkisinin olduğunu söyler yaşamının her parçasında da bu varlığı hissederdi. herkes merak ederdi bunu ama bir tek kişi merak etmezdi. O kişide kurabiyem dediği eşiydi. Aradan yıllar geçmesine rağmen ne bu durum değişmiş nede kurabiyenin sırrı çözülmüştü. Kalabalık bir mekanda bir gün oturulurken herkes adamın eşine yüklenerek kurabiyenin öneminin nereden geldiğini sordu… o da tamam anlatacağım, daha fazla dayanamayacağım dedi ve anlatmaya başladı.

Aylarca birbirimizi yiyip tüketirken aynı zamanda da bunlardan daha fazlasını ürettiğimizi anladık… Memocuğumun yine başının etini yediğim bir gün , o bana sus dedi.. susss.. beni dinle dedi. ve sert sert baktı gözlerime.. öyel bir baktı ki içim titredi.. sustum ve dinlemeye başladım..

Teknoloji kokuyor her taraf hissediyor musun? Asfalt kokuları..egzoz kokuları.. yanık kablo kokuları.. yapay kokular vs vs.. bu değişimden insanlar ve evlerde nasibini aldı değil mi? Dedi.. ben ne olup bittigine anlam veremedim pek ve eeee diyerek gözlerine baktım.. baktığımda o öfke gitmiş sanki bakışlarındaki anlam değişmişti… çaktırmadan etkilenmiştim. ve devam etti… artık insanlar evlerinde pek yemek yapmıyor, fast food besleniyor.. misafirleri gelmeden petibörler börekler vs alıyor ikram ediyor.. yada dışarda ağırlıyorlar..aile kavramı kayboluyor.. söylermisin benim bekar evimden ve yalnız yaşamımdan bunların ne  farkı var?

Hala bir anlam verememiştim konuşmalarına ve “sana ne ki bunlardan” dedim… güldü ve ekledi…

Kurabiye kokan bir evim olsun istiyorum.. olacak çocuğuma ve bana bir ömür boyu kurabiye yapar mısın? Dedi… işte o an ayaklarım yerden kesildi ve uçmamak için boynuna sarılıp “tuzlu mu olsun tatlı mı” dedim… işte o gün bugündür evimiz hep kurabiye kokar…

Bu konuşmadan sonra kalabalık derin bir sessizliğe büründü.. birçokları kendi durumlarından utandı ve birçoklarıda bundan belkide ders aldı.. ve daha sonra evlerine ziyarete gittigi insanlarda, onlara hep kurabiye ikram ettiler…

15 ocak 2006 01:43

 

Yemek ve Tuz

Ben hayatı yemek ve tuza benzetirim çünkü yemek benim için hayattır. yemeğe attığımız her bir tuz sevgi,nefret üzüntü emek mutluluk…bunlar böyle uzayıp gider herkese göre tuz oranı farklıdır ama ben yemeği tuzlu severim .bu benim için her şeyimdir hayatta hem üzüntü hem mutluluk gördüm. mutluluğumu yaşarken hemen arkasından daha büyük sorunlar ve çileler peki bu benim için imtihan mı imtihan sa ben kaç aldım. daha çözülmedik o kadar çok sorun var  bunu yazdım çünkü okulda bana yemek ve tuzu sormuştun işte cevabı şimdi sen seç yemeği tuzlu mu yiyelim tuzsuz mu?

Zormuş Yaşamak

NE ÖLMEYİ BECEREBİLDİM NE DE YAŞAMAYI…
ARAF GİBİ YAŞAMAK…
KEŞKE TEK KORKUM KARANLIK OLSAYDI..
ACIYAN SADECE KANAYAN ELLERİM VE DİZLERİM OLSAYDI..
KALBİM ACIYA ÖYLE ALIŞMIŞ Kİ
ARTIK HİSSETMİYORUM YERİNİ..
GÖZLERİMDEN YAŞ DÖKÜLMÜYOR ARTIK ..
SANKİ DERMANDAN ÜMİDİNİ KESMİŞ GİBİ..
İNANCIMI KAYBETMİŞ OLABİLİRMİYİM YAŞAMA DAİR..
BİLMİYORUM BÖYLE KAÇ GÜN DAHA DAYANILIR, KAÇ AY ,KAÇ YIL..
BU HAYATI BANA ZİNDAN EDEN İNSANLAR …
BİR KUŞU KAFESE HAPSEDİN
KUŞUN ÖMRÜ NE KADARSA
BENİM ÖMRÜMDE O KADAR OLACAK BİLİN İSTEDİM….

Benliği Geriye Almak

orada bir merdiven var,
her zaman orada
o merdiven masumca
asılı geminin kenarına yakın
aşağı iniyorum…
batığı incelemeye geldim…
verilen hasarı görmeye
ve ortalığa saçılmış hazineleri…

Bilgelik

Dağlarda seyahat eden bilge bir kadın, bir dere kenarında değerli bir taş bulmuştu. Ertesi gün kadın başka bir gezginle karşılaştı. Adamın karnı çok açtı. Bilge kadından yiyecek birşeyler istedi. Kadın ona birşeyler vermek için çantasını açtığında değerli taşı gören adam, kadından onu da kendisine vermesini rica etti. Tereddütsüz: “Olur” dedi kadın. Aç gezgin, talihin nihayet kendisine yaver gittiğini düşünerek, sevinç içinde ayrıldı oradan. Ancak, birkaç gün sonra o civarlara geri geldi ve bilge kadını bularak, taşı kendisine iade etti. “Bana verdiğin taşın ne kadar değerli olduğunun farkındayım” dedi adam. “Ama düşündüm ki, sen de bu taştan daha değerli birşey var. Bu mücevheri verebilmeni mümkün kılan şeyi bana verir misin?”

El Yapımı Hayata Geri Dönmek

Yine de tekrar tekrar başlamak, yeniden başlamak, el yapımı hayata geri dönmek için tam olarak belki de gereken de bu acıdır, bu kopmadır, bu basacak yer bulamamadır, deyim yerindeyse bu dönecek bir evi olmama halidir. Ama bağımlılıktan tümüyle bağımı koparmak tek umudumdur. Yolumu bulacağım, iyileşeceğim, koşup oynayacağım ve bir gün tekrar sıçrayacağım… Uyanık olmayı, dikkat etmeyi, saf dillilikten ve bilgisizlikten kurtulmayı öğreneceğim. Yaşam dolu bir kadın olacağıma söz veriyorum.

Yürek Ağızda Yaşamak

Hüzünlü olan şarkılar değil aslında içim hüzünlü. Son yıllarda sanki gözükmeyen bir bıçak tutunduğum ipleri birer birer kesiyor. Ne soğanın acısı kaldı hayatımda nede tulumbanın tatlısı. Yürek ağızda yaşamak, illaki düşmanını ensende hissetmek, “gelmeceyecek mi yoksa” diye ikide bir saatine bakıp sevgilini beklemek, yoğun bakımda yatan bir hasatının monitörünü seyredip aha gidiyor diye heyecanlanmak, hayatı boyunca eline el değmemiş birinin gerdeğe girmesi değildir. Yürek ağızda yaşamak… bu cümleye ırak olmayı o kadar çok isterdim ki.. Yağlar saçlarımı bırakıyor, kirler bedenimi, hayaller gözlerimi bırakıyor ama Yürek ağızda yaşamak terketmiyor beni.

“Oğlum bak git” in iyi kötüde olsa bir süpürgesi ve onu koruyan sapı vardı. Yoruldum artık bir kemerin sürekli sırtıma ineceğini hissetmekten.. Hiçkimse kemer ben miyim demesin. hangi kemer insanın kendi yaptığı kemerden daha çok acıtabilir ki? O yüzden kendi kendimide affedemiyorum. Affetsemde neye yarar ki.. Zamanı geri döndürecek mi? Kaybettiğim sevdiklerimi gere getirebilecek mi?

Karmakarışık bir yaşam işte.. Yesen miden bulanıyor, yemesen acından ölüyorsun. O yüzden acından ölmeyecek kadar yemek en iyisi galiba:))

Tablet Bilgisayarı Nereye Koyacağım

Ayağımda soğukkuyu lastik ayakkabılarımla her gün dolmuş beklerim. Elimde de ne olduğunu tamda anlayamadığım Fatih Projesinin eseri olan tabletim var tabi. Köyümüzdeki ilköğretim kapandıktan sonra taşımacılıkla başka bir köydeki okula gidiyorum. Ney seki kendimi biraz daha şanslı hissediyorum. Hiç değilse gidebildiğim ,yolları açık bir okul ve bizleri bekleyen bir öğretmenimiz var.

Bir zamanlar klasik oyunlarımız vardı arkadaşlarımızla birlikte oynadığımız. Söbe, çelik çomak, teker yuvarlama, köse, saklambaç, top… Bir bakıma oyunda kişiliklerimizin gelişimine, sorumluluk duygularımızın güçlenmesine ön ayak olurdu.

Uzmanlar bas bas bağırıyor “çocuklarınızı bilgisayarların zararlarından koruyun”. Doğruda söylüyorlar. Ama kim koruyacak? Hayatı boyunca tarladan başka ekran görmemiş babam mı? parmağını sadece resmi evraklara basmış anam mı?

Hiç düşünülmeden, sonuçları tartışılmadan akla gelen fikirler mi hayata sokuluyor yoksa General Motors, Microsoft gibi dev firmaların yazılımlarını kullanarak bir şeyler üreten firmalara para kazandırmak için mi Fatihler Kullanılıyor anlamadım gitti.

Bu ülkede benim tanıdığım binlerce vatansever bu projeye yazılım yazıp uygulamalar geliştirebilecek düzeyde.Hemde bedava. Kimisi satranç, kimisi dama, kimisi matematik, fen oyunları. Ama yinede lütfen bırakın da çocuklar gerçek oyun oynasın…

Gitmek mi

Uzak olmak mıydı bizi yakın eden, yoksa yakın olmak mıydı bizi uzaklaştıran anlayamadımm hiçç! Sevdanın yükünü alalı omuzlarıma tam altı yıl olmuş,oysa sanki asırlar  geçmiş kadar yorgunum. Her geçen zamanda ne kadar biz olduk diye düşünürken, meğer ne kadar ayrı, hemde apayrı insanlar olmuşuz.

Gündelik cümleler,basit sevgi gösterileri,.. ne kadar eskitmişiz kendimizi. Soğuk sevişmeler eklemişiz; bu yorgun sevdaya ve dahada zorlamışız zorluklarımızı!!!

Peki gitmek miydi çözüm. ? Zaten gitmemiş miydik ? Fiili olmasa da çoktan gitmiştik aslında. Kalmak, sadece o şirin meleğin hatrına, biz olamamış bizim parçamızın hatrına değil miydi zaten; basitleştirdiğimiz hayatımız,bastırdığımız tümm gitmelerrr!.. yani insan sadece gidince gitmiyormuş, her yakınlaştığında, hatta biraz daha ıraklaşıyomuş yürekten,sevdadan!.. içimin gülen yüzü hiç solma istedim ama her baktığımda sana, biraz daha sarardı yüzünnn !..

Özgürce

Bugün şöyle bir yazı okudum internette bir web sayfasında;Delinen ozon tabakasına,kirlenen çevreye,insanın ezilmesine,artan hayat pahalılığına,faturalara,pahalılaşan çarşıya v.s birçok şeye baş kaldırmamız hakkında.
Bize öğretilen yanlışlara ve bize söylenen yalanlara karşı,sevginin ayaklar altına alındığı çıkar dünyasında altını çizmiş baş kaldırmalıyızı…Sonra özgürlüğü de ilave etmiş…ÖZGÜRLÜK…

Hepsini anladım, katıldım da bu baş kaldırmaların haklılığına ama özgürlüğe nasıl baş kaldırmalı insan diye düşünürken, özgürlüğe değil de özgürsüzlüğe baş kaldırma gerekliliği olduğunu anladım…Galiba en önemli baş kaldırışta buydu benim için..Ben tüm bu başkaldırışları altını çizerek,katılarak onaylıyorum..Tıpkı duygularımızı korumak geliştirmek ve açıklamak gibi.. Hele hayatın gözüne içtenlikle bakmak,hayatı sevmekten korkmamak..Elimizi sevdiğimizin elinin üzerine koymaktan korkmamak,yapay insan olmamak adına..ÖZGÜRCE…Elimizi hayatın da üzerine koyalım..seni seviyorum YAŞAM…….Seni seviyorum       HAYAT….Diyebilelim,haykıralım…Seni seviyorumm ( M )  haykırıyorum buda benim özgürlüğüm..Yaşadığım sürece de seni seveceğim… evet özgürlük..Romantizm özgürlükle mi gelir bilmiyorum ama ben elimi sevdiğimin elinin üzerine koyarken onun sıcaklığını,dürüstlüğünü,insanlığını,tüm bunlara başkaldırırken onun insanlığından asla ödün vermediğini bildiğim sevdiğimin ellerinde ki o sıcaklığı hissederek romantizmi yaşamayı istiyorum..Bir ömür boyu sonsuza dek…SENİNLE…………