Cümleler yeter mi sana duyulan aşka?
Yine puslu, kasvetli gecelerden biriydi. Sert ve zor geçen bir kışın en uzun gecesi gibi. Evsiz bir adamın üzerine bardaktan boşanırcasına yağan sağanak yağmur gibi. Elini tuttuğu annesini kaybetmiş küçük bir çocuğunki gibiydi çaresizlik. Ve öfke. Olan biten her şeyden apayrı kapınılmış o öfke. Aralarındaki o basit, önemsiz tartışma konusunu çözümsüz bir hale getirecek fırtınalar çoktan esmişti. Birbirlerinin kalplerini kırmışlar, üzmüş üzülmüşlerdi. Sanki dünyanın sonuydu o belirsizlik. Sanki bütün renkler solup griye dönmüştü. Dünya’nın güzel en eğlenceli, en komik, en iyi şeyi bile bir anlam ifade etmiyordu o an artık. Tat alamazlardı artık hiçbir güzellikten. Düşünmüyorlardı artık. Düşünemeyecek kadar yorulmuşlardı. İstemiyorlardı tüm bu olumsuzlukları. Ama kontrol edemedikleri o öfke, anlaşmazlık çoktan hakim olmuştu gündemlerine. Birbirlerinin kalplerini kırmış, üzmüş ve üzülmüşlerdi. Nereye dönüp baksalar kâr etmiyor, kafalarını dağıtacak hiç bir şey bulamıyorlardı. Zaman her şeyin ilacıdır sözüne inatla her geçen saniye biraz daha soluyordu renkleri gökkuşağının. Daha çok yitip gidiyordu çocuksuluk, masumiyet. Her geçen saniyede daha çok anlamsızlaşıyordu anlamı olan her şey. Canı acımış mavi gözleri yaşlı bir kız. Hiçbir kavramın o gözlerden süzülecek 1 damla gözyaşından değerli olmamasına rağmen ağlıyordu mavi gözlü kız. Ağlıyordu. Ağlamaya devam ediyordu. Perişanlığın, hüznün ve kasvetin tırmandığı o gece saniyeler su gibi akıp gidiyordu. Birbirlerinin kalplerini kırmış, üzmüş ve üzülmüşlerdi. Bir araya geldiklerinde, manzaranın en iyi olduğu ve daha önce geçirdikleri güzel zamanın büyük bir çoğunluğunu birlikte yaşama kararı aldıkları yerde yan yana durdular. 4 ay önce tam bulundukları yerde içi içine sığmayan, gözlerini birbirlerinden alamayan kız ve çocuk şimdi konuşmuyor, çıt etmeden tepedeki ağaçların yapraklarından süzülerek yankılanan soğuk rüzgarın sesini ve ona eşlik eden gecenin sessiz çığlıklarını dinliyorlardı. Bu sessizliği bozansa sadece mavi gözlü kızın küçük öksürükleri ve çocuğun arka arkaya yaktığı sigarasını ateşlediği çakmağın sesiydi. Çok uzaklara bakıyordu çocuk. Kim bilir neler geçiyordu kafasından. Tek kelime etmeden orada öylece dikilip en başından beri daldığı uzaktaki yeşil ışıklı binaya bakmaya devam ediyordu. Mavi gözlü kız bozdu sessizliği başından geçenleri anlatmaya başlayarak. Tüm kabul edemeyişlerini, tüm doğru saymadıklarını, yapılan tüm hataları, görmezden gelinenleri anlatmaya başladı tek tek ilk defa anlatıyormuşçasına. Çocuk sanki hiç duymuyormuş gibi uzaklara bakıyordu. Kim bilir neler geçiyordu kafasından. Kısa ve içten kurduğu cümlelerle kız, tüm hayal kırıklıklarını anlatabileceği en yetkili merciiye aktarmaya çalışıyordu. Daha öncekilerden farklı olarak hiç zaman geçmiyormuş gibi duraksayarak, bekleyerek betimliyordu olan biteni mavi gözlü kız. Kendisini, hayatını, yaşantısını anlatıyordu. Ne, ne kadardır zamandır konuştuklarını biliyorlardı ne de ne kadar çok sustuklarını. Çok uzaklara bakıyordu çocuk. Kim bilir neler geçiyordu kafasından. Sırtından iteleyen soğuk rüzgara karşı ayakta durmaktan bitap düştüğünde çocuk, oturdular. Çocuk hala tek bir kelime etmemişti. Mavi gözlü kızın söylediği en içten birbirinden bağımsız onlarca cümleye rağmen çocuk hala tek bir kelime etmemişti. Zamanın geçmekte olduğunun tek belirtisi olan gün döngüsü artık karanlıktan aydınlığa dönerken çocuk, artık görebildiği mavi gözlü kızın gözlerinin içine dikkatle bakmaya başladı. Sanki daha önce hiç bakmamış gibi dikkatle bakıyordu çocuk mavi gözlü kızın gözlerine. Kim bilir neler geçiyordu kafasından. Kızın gözleri doluyordu yine. Derin derin nefes alıp burnunu çekerken kendini tutmak için sıkıpta yüzü kızarırken gözyaşları süzülüyordu yanaklarından yine. Mavi gözlü kız çocuğun yüzündeki ifadesiz bakışlarına aldırış etmeden devam etti konuşmasına. Daha önce kullanmadığı kelimeleri seçti. Daha önce söylemediği cümleleri söyledi. Aklından geçenleri sebepsizce, itiraf edermişçesine, bir daha asla anlatmayacakmışçasına tekrar fırsat bulamayacakmışçasına anlatmaya başladı. Çocuk içinde kaybolduğu mavi gözlere bakmaya devam etti. Tek bir kelime etmedi. Mavi gözlü kızın sabrı taşmaya başlıyordu. Dayanamadı çocuğun bu sinir bozucu sükunetine. Haykırmaya başladı. Sakin bir şekilde gözleri yaşlı kendini ifade etmeye çalışan mavi gözlü kızın sesi gürleşmişti artık. “İstemiyosan istemiyorum de! Beni sevmediğini söyle! Bakma bana düşmanınmışım gibi hadi söyle bi tepki ver!” dedi mavi gözlü kız yüksek sesle yüzü kızarmış bir şekilde bağırırken çocuğa. Çocuk hala daha tek bir kelime dahi söylememişti. Gece yerini ayaza bırakırken, haykırışların yerini de sessizlik aldı bir kez daha. Mavi gözlü kız yüzüne tepkisiz ve ifadesiz bakan çocuğa bitap düşmüş şekilde çaresizce bakarken beklenmedik bir şekilde kafasını çocuğun kafasına doğru götürdü. Bu, alnının, alnına değmesi ile ilk defa tenlerin temas ettiği an oldu. Çocuk başını eğdi ve ilk defa tepki verdi. Derin bir nefes alıp bıraktı aydınlanan havanın sessiz soğuğuna. Sanki içindeki canavar çıkıp uzaklaşmıştı birden bire. Sanki tüm beklediği buymuş gibi rahatladı aniden. Sanki hiç bir şey olmamış gibi hişsizleşti aniden. Uyuştu bütün bedeni. Tek hissedebildiği hızlıca atmaya başlayan kalbiydi. Mavi gözlü kız ürkek hareketlerle çekinerek dudaklarına uzanmaya çalıştı çocuğun. Ve soğuk dudakları ilk defa değdiğinde çocuğun dudaklarına, çocuk sessizce ağlamaya başladı kalbine doğru. Öylesine içine akıyordu ki gözyaşları o ana kadar mavi gözlü kızın dudaklarının bu kadar güçlü olduğunu bilmediğini fark etti çocuk. Mavi gözlü kız çocuğun dudaklarında ısıtırken dudaklarını elini uzatıp çocuğun kolunu yakalarak kendi omzuna doğru bıraktı. Çocuk hissettiği yoğunluğa hakim olamayarak kızın omzunda olan koluyla sıkıca kendine çekti mavi gözlü kızı. Göğsüne bastırıpta göğüs kafesinde mavi gözlü kızın vücudunu hisseden çocuk bir derin nefes daha verdi boşluğa. Yanında oturan mavi gözlü kızın alnına, yanağına, çenesine öpücükler kondururken birden burnuna teninin kokusu ulaştı boynuna yaklaştığı anda. Çocuk her zaman bayılırdı mavi gözlü kızın parfümünün kokusuna. Zaten o koku değil miydi çocuğu mavi gözlü kıza bağlayan etkili büyü? O koku değil miydi çocuğun mavi gözlü kız yanındayken kendine hakim olamayıp daha fazla ve daha fazla ona yaklaşmaya çalışmasının sebebi? O koku sebep olmadı mı kızın şaşkın bakışları arasında çocuğun garipçe yaklaşmaya çalışmasına anlam verememesine? Ama bu sefer en ufak bir parfüm kokusu yoktu kızın. Çocuk belki de ilk defa mavi gözlü kızın teninin kokusunu bu kadar yoğun hissetmişti. Daha önce parfüm kokusunu arayan burnu, teninin kokusunda boğulmak istercesine derin nefesler almaya devam etti. Gömdü kafasını kızın boynuna ve o kokuya bağımlıymış, onsuz yapamayacakmış ve acele edip hızlı bi şekilde koklamaya devam etmezse teninin kokusu ortadan kaybolacakmışçasına derin nefesler almaya devam etti burnu ısınırken huzurla. O kadar sıcaktı ki mavi gözlü kızın boynu, kalbini tutuşturup yaktı sıcaklığı. Çocuk hipnotize bir şekilde kaybederken kendini mavi gözlü kızın teninin kokusunda, kız elini uzattı ve çocuğun boşta olan eline uzandı. Dokunduğu anda fark etti çocuğun hissetmeyecek şekilde soğuk olan ellerini. İçi ürperdi kızın ve telaşlı bi şekilde “Ellerin buz gibi olmuş aşkım. Getir ellerini aşkım.” diyerek aceleyle montunun fermuarını açtı iki elinide göğsünde tutup ısıtmaya çalışırken. Çocuk hiç önemsemeden, soğuğu hiç hissetmeden iki elide mavi gözlü kıza sarılı şekildeyken kendini kaybederek sıkıca sarılmaya başladı. O kadar sıkıca sarılıyordu ki kıza, o kadar güçlü bir şekilde kendine çekiyordu ki kızı, sanki sarılmaya çalıştığı şey mavi gözlü kızın kendisi değil, ruhuydu. Kızın canının acıyıp acımadığını bile düşenemeyecek kadar kaybetmişti kendisini. Huzur hiçbir zaman bu kadar heyecan dolu, sessizlik hiçbir zaman bu kadar gürültülü, aşk hiçbir zaman bu kadar tutkulu olmamıştı. Derin nefesler alırken kızın boynunda, ilk defa dudakları birbirinden ayrılarak titrek ve çatallaşmış bir sesle cümle kurdu çocuk; “Buraya geldiğimizde hava karanlıktı ve siyahtı. Gecenin siyah ve karanlık olduğu süre hep uzaklara baktım. Hava aydınlanmaya başladığında gözlerinin içine baktım. Doğruca gözlerinin içine… Sonra bana dokundun ve gözlerimi sımsıkı kapatıp sana sıkıca sarıldım. Ben sarıldıkça daha çok aydınlandı her taraf. Hava aydınlandıkça daha sıkı kapatmaya çalıştım gözlerimi. Ben sarıldıkça daha çok aydınlandı her taraf. O kadar aydınlandı ki gökyüzü, Sımsıkı kapalı olmasına rağmen bembeyaz oldu göz kapaklarım. Bana bakmanı istiyorum. Bakıyor musun?” “Bakıyorum sevgilim.” Dedi mavi gözlü kız kısık ama mutlu bir ses tonuyla gözleri kapalı çocuğa. “Doğruca gözlerimin içine bakmanı istiyorum.” Dedi çocuk yavaşça gözlerini aralayıp sabahın ışımasıyla gözlerini kısarak. “Gözlerimi açtım, Her yer apaydınlık, her yer bembeyaz ve ilk gözlerimi açtığımda, Gördüğüm şey sensin, Mavi gözlerin…” Çocuk mavi gözlü kızın göz bebeklerinden almadan bakışlarını; “Ben hiç aşık olmamışım. Ben hiç kimseyi böyle sevmemişim. Ben hiç kimseye bu kadar kapılmamışım. Ben bu güne kadar hiç aşkı yaşamamışım. Beni hiç kimse sevmemiş. Bana kimse aşık olmamış…” dedi arka arkaya sıralayarak cümlelerini gözünü dahi kırpmadan. Mavi gözlü kız konuşmuyordu. Yüzündeki küçük gülümseme, göz bebeklerinin içindeki mutluluk pınarlarının yansıması adeta. O kadar huzurlu ve o kadar mutlu ki mavi gözlü kız bütün gecenin yorgunluğunun ve dramasının acısını çıkartırcasına gülümsedi çocuğa. “Beni görmek istemesen, bana bir saniye dahi katlanamayacak olsan bile, benden ayrılmak kurtulmak için, peşini bırakmam için beni öldürmen gerekir.” Dedi çocuk. Ellerinden tutarak ayağa kaldırdı mavi gözlü kızı. Birden başı döndü ve sendeledi. Düşecekmiş gibi oldu çocuk. “Aşkım dikkat et!” diye yanına gelen kızın önünde dikilerek kollarını kocaman iki yana açarak “Bana o kadar sıkı sarıl ki canım çıksın!” dedi çocuk. Uzunca süren kenetlenmeden sonra el ele tutuşarak yürümeye başladılar yolun ortasından geliş şeridine karşı. Bu yürüyüş, film sahnesi gibi yaşadıkları son saatlerin bitişiydi. Yolun ortasından tekrar yaşam bulan şehrin merkezine doğru yürümeye devam ederken arkalarında beliren “THE END” yazısının her olumsuzluğa final olduğunu ikiside görebiliyordu… Hafızasını kaybetse bile, kurduğu o cümleyi hiçbir zaman unutmayacaktı uzun boylu çocuk. “Seni siyahın beyaza olan karşıtlığı kadar seviyorum” 14/04/2016